Human Rights Overview

Türkiye

Ülke, 1990'ların başlarında kırsal kesim ve şehirlerde silahlı muhalefet grupları ile devlet güçleri tarafından işlenen büyük ihlallerin mirasından kurtulmaya çalıştıkça, Türkiye'deki insan hakları, yavaş ve düzensiz olsa da 2004 yılı boyunca gelişmeye devam etti. 1999'dan sonra siyasi şiddette görülen azalma, reformları teşvik etti. Bu yüzden Kongra-Gel'in (önceleri Kürdistan İşçi Partisi [PKK] adıyla bilinen Kürdistan Halk Kongresi) ülkenin güneydoğusundaki dağlık bölgede saldırılarına tekrar başlaması ve devlet güçlerinin buna, kırsal kesimdeki sivilleri de etkileyen ağır güvenlik operasyonlarıyla cevap vermesi hayal kırıklığı yarattı.

Also Available in

english 
Polis, yöneticiler, savcılar ve hükümet kurumları, mevzuatı mümkün olduğunca sınırlayıcı bir şekilde yorumlama eğilimini sürdürdükçe, reform doğrultusunda atılan her iki adıma karşılık bir adım geri gidildi. Yine de belirgin aşamalar kaydedildi: Örneğin, şiddet içermeyen faaliyetleri nedeniyle 1994 yılında hapsedilen dört eski Kürt milletvekili, 9 Haziran 2004'te serbest bırakıldı ve devlet televizyon kanalı ilk Kürtçe programını yayınladı.  
 
Temel özgürlüklerin yaygınlaştırılması konusundaki gelişmeler, can sıkıcı derecede yavaş olmasına karşın, önceki yıllara kıyasla tutarlı bir gelişme eğilimi sürdürmeye devam ediyor. İşkenceyle mücadele konusundaki gelişmeler hala tehdit altında kalıyor, ve anti-terör operasyonları başladığı anda eski alışkanlıklara kayma eğilimi taşıyor. Hükümet, 1990'ların başında güneydoğudan zorla göç ettirilen yüzbinlerce Kürdün geri dönüşü konusunda etkili bir mekanizma oluşturmayı yine başaramadı.  
 
Olaylar dört büyük güç arasındaki karşılıklı etkilenmeyi yansıtıyor: Uzun süren kısıtlamalar ve kökleşmiş kurumsal suistimallerin ardından sabırsızlanan Türk sivil toplumundan gelen reform baskısı; Türkiye'nin Avrupa Topluluğu'na üyelik başvurusu sonucunda oluşan etki; asker, güvenlik güçleri ve devlet mekanizması içindeki güçlü kesimlerin değişime karşı direnci; ve siyasi şiddetin olumsuz etkileri.  
 
İfade Özgürlüğü  
Bu gerilimler, ifade özgürlüğü konusunda çok karışık bir resmin ortaya çıkmasına sebep oldu. Önceki yıllarda ifadeleri nedeniyle hapis cezasına çarptırılacak olan gazeteciler ve politikacılar genellikle beraat ettiler ama savcılar insanları şiddet yanlısı olmayan görüşleri nedeniyle suçlamaya devam ediyorlar ve bir kaç gazeteci 2004 yılı içinde hapis cezası çekti. Örneğin Mayıs ayında Hakan Albayrak (Milli Gazete), Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün cenazesinde dua edilmediğini yazdığı için Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlarla ilgili Kanun hükümlerine göre, Ankara yakınlarındaki Kalecik hapishanesinde on beş aylık cezasını çekmeye başladı. Nevin Berktaş halen, F tipi cezaevlerindeki tecriti eleştiren bir kitap yazdığı için, Türk Ceza Kanununun (silahlı örgütleri desteklemekle ilgili) 169. maddesine göre verilen üç buçuk yıllık cezasını çekiyor.  
 
Şiddet yanlısı olmayan görüşleri nedeniyle sürekli olarak insanları yargılayıp hapseden Devlet Güvenlik Mahkemeleri, 2004 yılında kaldırıldı ama ifade özgürlüğünü bastırmak için kullanılan, ceza kanununun 159. maddesi (devlet kurumlarına hakaret) ve 312. maddesi (ırk  
esasına dayalı düşmanlığa tahrik) gibi maddeler hala yerlerindeler ve Ekim ayında kabul edilen yeni ceza yasasına da taşındılar.  
 
Haziran 2004'te Türkiye'nin en uzun süredir hapiste bulunan fikir suçluları, dört eski Kürt milletvekili Leyla Zana, Orhan Doğan, Hatip Dicle ve Selim Sadak, tekrar yargılanmak üzere Ankara Merkez Kapalı Cezaevinden serbest bırakıldılar. Bu kişiler, şiddet yanlısı olmayan görüşleri nedeniyle, 1994 yılında milletvekili iken Terörle Mücadele Yasasına göre adil olmayan bir yargılama sonucunda hapsedilmişlerdi.  
 
Haziran 2004'te devlet televizyonu, Kürtçe, Boşnakça, Çerkezce, Arapça ve Zazaca yayınlara başladı. Programlar kısaydı ve içerikleri pek yaratıcı değildi ama azınlık dillerine karşı resmi tavırda belirgin bir değişimi simgeliyordu. Türkiye'nin güneydoğusundaki özel radyo istasyonları, Radyo Televizyon Üst Kurulu'na başvurarak Kürtçe yayın yapmak için izin istediler ama 2004'ün sonuna gelindiğinde henüz izin alabilen yoktu.  
 
İşkence ve kötü muamele  
Büyük ölçüde son yıllarda alınan önlemlere ve hükümetin bu tür suistimallere karşı sıfır hoşgörü konusunda sıklıkla tekrarladığı uyarılara bağlı olarak, 2004 yılında daha az işkence ve kötü muamele vakası görüldü. Yine de ülkenin her köşesinde gözaltına alınanlardan, polis ve jandarmanın kendilerini gözetim altında iken dövdüklerine dair raporlar geldi. Bazı vakalarda gözaltına alınanlardan, elektrik şoklarına, cinsel saldırıya, soğuk suyla ıslatılmaya ve ölüm tehdidine maruz kaldıklarına dair şikayetler hala gelmekte. Bu ihlallerin devam ediyor olması, güvenlik güçlerinin, gözaltındakilerin haklarını, özellikle avukata danışma hakkını gözardı etmesine izin veren polis karakolları üzerindeki kötü denetimin bir sonucudur. İnsan Hakları İzleme Örgütü, polis karakollarının valilik ve savcılıklar tarafından iç denetiminin iyileştirilmesi, baro ve tabip odaları üyeleri tarafından bağımsız denetimine izin verilmesi ve tüm işkence iddiaları hakkında bakanlık düzeyinde soruşturma açılması için gereken önlemlerin alınması konularında hükümetten talepte bulunmuştu.  
 
Zorunlu göç  
1990'lı yıllarda, PKK ile güvenlik güçleri arasındaki çatışmalar döneminde, güvenlik güçleri tarafından, işkence ve "kaybolmalar" eşliğinde kaba kuvvet kullanılarak köylerinden göçe zorlanan, çoğunluğu Kürt, çeyrek milyondan fazla köylü, güneydoğudaki evlerine hala dönemiyorlar. Çoğu durumda köylüler, PKK ile savaşması için hükümet tarafından silahlandırılan ve ücretle tutulan, yasadışı öldürmeler ve yolsuzluklarla örülü paramiliter bir güç olan "köy korucularına" katılmayı reddettikleri takdirde, zor kullanılarak köylerinden uzaklaştırılmıştı.  
 
Hükümetin geri dönüş projeleri, zorla göç ettirilenlerin, eski evlerindeki hayatlarını yeniden kurabilmelerine yetecek kaynaklar ya da güvenli bir şekilde geri dönmelerine uygun koşullar sağlayamadı. Geri dönmeye çalışan köylüler, bazı durumlarda köy korucularına katılmayı reddettikleri için yerel jandarma tarafından geri çevrildi ya da köy korucularının saldırısına maruz kalma riski taşıyordu. Eylül ayında bir köy korucusu, Diyarbakır'ın Tellikaya köyünde Mustafa Koyun'u ateş ederek öldürdü ve Mehmet Kaya'yı yaraladı. Bu köylüler, 1990'lı yılların başında köy korucularına katılmayı reddettikleri için Tellikaya'dan zorla göç ettirilmişlerdi.  
 
Zorla göç ettirilenlerin durumuna dikkat çekmeye çalışanlar, resmi soruşturmaya uğrama riski ile karşı karşıya geldiler. Ocak 2004'te Göç Edenler Sosyal Dayanışma ve Kültür Derneği Başkanı Şefika Gürbüz, zorla göç ettirilen Kürtlerin yaşadığı zorlukları inceleyen bir araştırma yaptığı için, "ırk  
esasına dayalı düşmanlığa" tahrik etmekten hüküm giydi. Gürbüz, daha sonra para cezasına çevrilen, on ay hapis cezasına çarptırıldı.  
 
Ana Uluslararası Aktörler  
1996 yılında Türkiye'nin insan hakları açısından izlenmesi kararı alan Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi (PACE), Haziran 2004'te bu mekanizmayı kaldırdı. Bu, arada geçen dokuz sene zarfındaki genel gelişmeler ışığında alınan uygun bir karardı. Ancak gerek Türkiye'nin gerekse Asamble'nin, karara eşlik eden geniş kapsamlı tavsiyeleri göz ardı etmemesi gerekiyor. Avrupa Konseyinin başka birimleri, Türkiye ile uzun süredir devam eden ve yakın ilişkilerini sürdürdüler. Haziran ayında İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT), Eylül 2003 ayında Türkiye'ye yaptığı ziyaretle ilgili bir rapor yayınladı. CPT, avukatlar, insan hakları örgütleri, ve hatta gözaltındakilerin "ağır işkence"nin azaldığına dair gözlemlerinden , bahisle, genel durumun iyileştiğini kaydetti. Diğer taraftan, bir gözaltı biriminde elektrik şokları kullanıldığına dair tutarlı raporlar ve başka üç birimde de kaba dayağa ilişkin tıbbi kanıtlar mevcuttu. CPT, Türkiye'nin güneydoğusunda, polis ve jandarma tarafından gözaltına alınanların "büyük çoğunluğu"nun bir avukata ulaşamadığını ve tıbbi inceleme sisteminde "büyük boşluklar" bulunduğunu tespit etti.  
 
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (ECtHR), Türk hükümeti aleyhine, ifade özgürlüğü kısıtmalarından, işkence ve yasadışı infazlara kadar uzanan ihlaller hakkında yeni kararlar aldı. Mahkeme Şubat 2004'te Türk hükümetini, 1994 yılında Türkiye'nin güneydoğusundaki evleri tahrip etmekte olan askerler tarafından gözaltına alındıktan sonra "kaybolan" İkram ve Servet İpek'in öldürülmelerinden sorumlu buldu.  
 
ECtHR Haziran 2004'te, Üniversitelerde baş örtüsü yasağı uygulanmasının din özgürlüğünü ihlal etmediğine karar verdi. Leyla Şahin, başörtüsü taktığı için üniversiteye alınmamıştı. Mahkeme, laik kamu düzeninin korunması ve diğer gayrı müslim öğrenciler ile başörtüsü takmamayı tercih eden müslüman öğrencilerin haklarının korunması için konulan yasağın meşru olduğu yolundaki Türk hükümeti tezini aynen tekrarladı. İnsan Hakları İzleme Örgütü, yasağın ayrımcı olduğu ve din ve ifade özgürlüklerini ihlal ettiği inancındadır.  
 
Uluslararası ve ulusal dikkatler, Avrupa Birliği'nin Türkiye ile müzakere süreci hakkındaki yaklaşan karar üzerine yoğunlaşmış durumdaydı. 2004 yılı, Türkiye'nin Kopenhag Kriterlerine ("demokrasi, hukuğun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıkların korunmasını garanti altına alan kurumların sabitliği") uyup uymadığının belirlenmesi için uygulanan yakın takibin beşinci yılıydı. Bu bir kilit noktası olarak görülüyordu. Çünkü Aralık ayında üyelik müzakerelerin başlaması doğrultusunda alınacak bir karar, hükümeti ve hükümet içinde reformlar için baskı yapanları güçlendirecek, red veya erteleme kararı ise muhtemelen, insan haklarındaki belirgin iyileşmelere karşın, A.B.'nin süreci tek taraflı olarak feshetmeye niyetlendiği şeklinde yorumlanacaktı.  
 
Ekim 2004 ayında, Birleşmiş Milletlerin İnsan Hakları Savunucularından sorumlu Genel Sekreterinin özel temsilcisi Hina Jilani, sivil toplum tarafından hala yaşanan baskıları incelemek üzere Türkiye'yi ziyaret etti. Jilani, ziyaretinin sonunda, "değişim yönünde atılmış belirgin adımlar" kaydetti ama güvenlik güçlerinin büyüyen insan hakları hareketini artık şüpheyle karşılamaması gerektiği konusunda uyardı. Hükümet Kasım ayında yayınladığı bir genelgeyle, insan hakları savunucularının meşru rolünü tanıdı ve güvenlik güçlerinin de bu doğrultuda davranmasını istedi.  
 
Yine Ekim 2004'te Avrupa Komisyonu, Türkiye'nin adaylığının bir sonraki adıma ilerlemesini tavsiye ederek, üyelik müzakerelerinin 2005'te başlamasının önünü açtı. Tavsiye kararı, insan hakları tehdit altına girdiği takdirde üyelik sürecinin askıya alınmasına sebep olacak bir "fren maddesi" de dahil olmak üzere, ilave gözlem önlemleri de içeriyordu. Brüksel Avrupa Konseyi Aralık ayında müzakerelerin başl